Milli Mücadeleye Atılan İftiralar 1 (İlk Direniş)

Mustafa Kemal'in İngilizlere karşı ilk direnişi ve o sıralar İstanbul'daki düşman ordularının Osmanlı'ya karşı sağladığı üstünlüğü ve hükümetin buna yenik düşmesi.

berketurktr - 16 Kasım 2023

İddia

Yazar, söz bölümünde şu ifadeleri kullanmış olup, Mustafa Kemal ile İngilizlerin benzerliklerini anlatmakta ve Mustafa Kemal’i İngilizlerle ortak emeller içerisinde olan bir karakter olarak tasnif etmekte:

Arka Plana Dair: İngiltere’nin ve Mustafa Kemal’in Örtüşen Emelleri (1908-1918); (ii) Filistin Cephesi’nden 19 Mayıs’a Temaslar ve Teşebbüsler. İlk başlık, İngiltere’nin ve Mustafa Kemal’in bilhassa “Ortadoğu” bölgesindeki emellerini mukayese etmekte ve benzerliklerine dikkati çekmektedir. İkinci başlık altında ise fâillerin temasa geçtikleri ve gayelerine ulaşmak için birbirlerinden istifade ettikleri saptanmaktadır.[1]

Üstelik, İngiliz istihbaratı ile Mustafa Kemal’in ilişkisine zemin hazırladığını düşündüğü noktalar olmuş:

Eldeki verilere nazaran şu hususlar, İngiliz istihbaratı ile Mustafa Kemal’in ilişkisine zemin hazırlamıştır denilebilir: (i) İngilizler, Umumî Harb (Birinci Dünya Savaşı) kapsamında Almanya İmparatorluğu’yla ittifak kurarak İngiltere’ye fevkalâde kayıplar verdiren İttihad ve Terakki yönetimini pek tabiî tasfiye etmek istemiştir. İngiliz istihbaratı, Mustafa Kemal’in Alman karşıtı olduğunu ve Enver’i devirmek istediğini öğrenmiş binaenaleyh bu fay hattını tetiklemişlerdir. (ii) İngilizler, “Şark Meselesi”ne bir çözüm olarak hılâfet-saltanat rejimininin ortadan kaldırılmasını ve eski rejimin havzasında kurulacak millî devletlerin ise müstakil cumhuriyetler şeklinde teessüsünü istihdaf etmişlerdir. İngilizlerin onayından geçerek fevkalâde müfettiş tayin edilen Mustafa Kemal’in, başlangıçta hılâfet-saltanata bağlı olduğunu yüksek perdeden iddia etmesi ve fakat nihayette hılâfeti-saltanatı ilga ederek yerine mutlakî bir cumhuriyet idaresi kurması, muazzam bir çelişkidir ve izahı lâzım gelmektedir.[2]

Son bölümde belirttiği üzere, “…Mustafa Kemal’in, başlangıçta hilafet-saltanata bağlı olduğunu yüksek perdeden iddia etmesi ve fakat nihayette hilafeti-saltanatı ilga ederek yerine mutlakî bir cumhuriyet idaresi kurması, muazzam bir çelişkidir ve izahı lazım gelmektedir” demesi, okuyucularını eldeki verilerini kendi kafasınca çarpıtarak sunmasından ileri gelmektedir. Tüm iddiaların bulunduğu söz konusu makale OKUNMUŞ OLUP gerekli tahliller yapıldıktan sonra, düzeltilmesi gereken konuların olduğu sonucuna varılmıştır.

Gerçekler

Mondros Ateşkes Antlaşması

30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandı; işte antlaşmanın bazı çarpıcı maddeleri:

1) Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının açılması, Karadeniz’e serbestçe geçişin temini ve Çanakkale ve Karadeniz istihkamlarının İtilaf Devletleri tarafından işgali sağlanacaktır.

2) Osmanlı sularındaki bütün torpil tarlaları ile torpido ve kovan mevzilerinin yerleri gösterilecek ve bunları taramak ve kaldırmak için yardım edilecektir.

5) Hudutların korunması ve iç asayişin temini dışında, Osmanlı ordusu derhal terhis edilecektir.

6) Osmanlı harp gemileri teslim olup, gösterilecek Osmanlı Limanlarında gözaltında bulundurulacaktır.

7) İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması halinde herhangi bir stratejik yeri işgal etme hakkına sahip olacaktır. -Bu madde işleri kızıştıran en önemli maddelerden-

10) Toros Tünelleri, İtilaf Devletleri tarafından işgal olunacaktır.

11) İran içlerinde ve Kafkasya’da bulunan Osmanlı kuvvetleri, işgal ettikleri yerlerden geri çekilecekler.

12) Hükümet haberleşmesi dışında, telgraf ve kabloların denetimi, İtilaf Devletlerine geçecektir.

17) Trablus ve Bingazi’deki Osmanlı subayları en yakın İtalyan garnizonuna teslim olunacaktır.

18) Trablus ve Bingazi’deki Osmanlı işgali altında bulunan limanlar İtalyanlara teslim olunacaktır.

24) Altı vilayet adı verilen yerlerde bir kargaşalık olursa, vilayetlerin herhangi bir kısmının işgali hakkını İtilaf Devletleri haiz bulunacaktır.

Hani “bütün yolculuğum bir yalanmış” deriz ya, Osmanlı’nın Mondros’u imzalamasıyla beraber gerçekten sadece Mustafa Kemal için değil; Trablus’tan beri, Şam’dan beri, Çanakkale’den beri, mücadele verdiği tüm silah arkadaşları için bütün yolculuk bir yalanmış…  Başta 7. ve 27. maddeler olmak üzere Mondros Ateşkes Antlaşması, Osmanlı Devleti’nin aleyhine bir antlaşmadır. Hükümet, yıllardır süren savaşın sonunda tahtını koruma derdine düşmüş; son kalan Anadolu parçasını da İtilaf Devletlerinin kontrolü altında olmasını kararlaştıran antlaşmayı imzalamışlardır. Bu durumda Anadolu’da kalan Türk milletinin zorlu hâlini tahmin etmek zor olmamalıdır. Anadolu’daki zararlı cemiyetler bu antlaşmayı fırsat bularak faaliyet göstermeye başlamış ve İstanbul’da yeni cemiyetler kurulmuştur. Bunlardan bazıları şunlardır: Kürdistan Teali Cemiyet, Pontus-Rum Cemiyeti, İslam Teali Cemiyeti, İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Wilson Prensipleri Cemiyeti. Kürdistan Teali Cemiyeti, tamamen İngiliz isteğiyle kurulmuş ve Anadolu’da yer alan Kürtlere bir Kürt devleti kurulacağı vaadini veren bir cemiyettir. Amacı tamamen Kürtleri, İngilizlerin çıkarına kullanmaktı. Zararlı cemiyetlerin içerisine baktığımızda aslında Cumhuriyet’e karşı çıkan ve sonralarda asılan hainlerin olduğunu da görüyoruz. Örneğin İskilipli Atıf, İslam Teali Cemiyeti’nin başkanlığını yapmıştır. Kendisi, 2. Abdülhamit döneminde bazı suçlarından ötürü sürülmüş; 1908 devrimine karşı çıkmış; Mahmut Şevket Paşa’nın katledilmesiyle suçlanarak yeniden sürgün yemiş birisi ve bunlar yetmezmiş gibi Milli Mücadele dönemimizde de Mustafa Kemal’in destekçilerine karşı propaganda yapmıştır. Albay Şefik Aker, bu cemiyet için “fesat cemiyeti” demişti[3]. İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kurucusu resmi olarak Sait Molla olmasına rağmen, aslında İngiliz gizli servisinden Papaz Frew’dir[4]. Wilson Prensipleri Cemiyeti ise, adından da anlaşılacağı üzere yayınlanan Wilson ilkelerini savunuyordu, bu durumda zararlıydı. Pontus-Rum cemiyeti ise çoğunluğu Karadeniz’de bulunan Rumların kendi çıkarını savunmalarıydı (Türklerin varlığını tehdit ederek, bunlara değineceğiz). Bu konu hakkında Atatürk’ün Nutuk’ta yer alan düşüncelerini de okuyabilirsiniz. Devam edecek olursak, bu ve bunun gibi birçok gelişme, Anadolu’da bir avuç toprağa sıkışmış olan Türk milletini sessiz bırakamazdı. Mondros’la, ellerinden bütün imkanlar alınmışsa da, savaşlarda babalar şehit düşmüşse de, asla ve asla yılamazlardı. Balkan Savaşı’nda gazi olmuş Topal Osman gibi vatansever; Gazi Osman Paşa’yı kendilerine kahraman bilen, onun mücadelesini “ya istiklal ya ölüm” düşüncesiyle benimseyen; Çanakkale’deki zaferi duyan tüm Türkler milli cemiyetler kurmaya başladı. Öne çıkanları sırasıyla; Trakya-Paşaeli Heyet-i Osmaniyesi, İzmir Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti, İzmir Redd-i İlhak Cemiyeti, Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Kilikyalılar Cemiyeti, Milli Kongre Cemiyeti, Trabzon Muhafaza-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti, Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti, Giresun Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’dir. Bir de Amerikan mandası isteyenler vardır. Bunların geneli İstanbul’da kendilerini aydın tanıdan çeşitli insanlardır. Bu sebeple aydın kesim Mustafa Kemal ve mandacılar şeklinde bölünmüştü. Halide Edip Adıvar ve Falih Rıfkı Atay (bir zaman) bile Amerikan mandasını uygun buluyordu.

Yıldırım Orduları Grup Komutanı Olarak İlk Direniş

Mondros esnasında 30 Ekim’de Padişahın Fahri Yaveri 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal, Liman von Sanders’ten Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı’nı devralmaya Adana’ya doğru yola çıktı[5]. Mondros ateşkes antlaşmasının detaylarını orada öğrendi.

Devleti kurduktan sonra halkına yalan mı atıyordu? Giriş, gelişme ve sonuçlarıyla tek tek göreceğiz. Rapor çarpıtanlar iyi okusun! Adana’da, Başkumandanlık Erkanıharbiye Riyaseti’nin, kendisine Mondros Mütarekesi şartları doğrultusunda verdikleri emrin karşılığı olarak “İngilizlerin her dediğine boyun eğilmemesi gerektiği, bunun tüm Anadolu’yu riske attığı” düşüncesiyle cevap gönderdi (Mütareke şartları, o gün apaçık duyurulmamıştı, özel olarak şartları öğreniyordu ve ilk tepkisi burada oldu):

“1. Toros tünelleri işgal kuvvetlerinin miktarı İngiliz Kumandanlığı tarafından bildirilir buyuruluyor. Bu kuvvet mesela icabında bütün Anadolu’yu hükmü altına geçirecek derecede dahi olursa müsaade edilecek midir?

  1. Suriye’deki garnizonların teslimi maddesi ihtiyaten yazılmış bir maddedir buyuruluyor ve sonraki cümlelerle cephede bulunan birliklerin bu konuyla ilgisinin olmayacağı açıklanıyor. Benim anladığıma göre, söz konusu maddenin İngilizler tarafından bizi aldatmak için yazdırılmış olduğuna ve Osmanlı Hükümeti temsilcilerinin imzalarını koydukları Mütareke şartlarının taraflarca başka başka anlaşıldığına şüphe kalmamıştır. Çünkü yine aynı maddede, cephede bulunan birliklerin Suriye kıtaasında bulunmadığı görüşüne karşı İngilizler bu geceki 5/6 Kasım 1918 raporlarını teklif etmişlerdir (…)

Çok ciddi ve samimi olarak arz ederim ki, Mütareke şartları arasında yanlış anlamaları giderecek tedbirleri almadan orduları terhis edecek ve İngilizlerin her dediğine boyun eğecek olursak İngilizlerin ihtiraslarının önüne geçmeye imkân kalmayacaktır.”[6] [7] [8]

Yıldırım Orduları Grup Komutanı Mustafa Kemal, Mondros bahane edilerek İskenderun Limanı’nın İngilizlere bırakılmasını kabul edemiyordu. Sonralarda (15 Mart 1923) Adana’da şöyle diyecekti:

“…Acı günlere ait olmakla beraberi bu memlekete ait kıymetli bir hatırayı burada yâd etmek isterim. Efendiler, bende bu vakaların ilk teşebbüs hissi bu memlekette, bu güzel Adana’da vücut bulmuştur. Bilirsiniz ki, Suriye felaketini müteakip, ben bir Almanın emri altında bulunan Yıldırım Orduları’nın kumandanlığını almak üzere buraya gelmiştim. O zaman burada bütün memleketin, bütün milletin nasıl bir geleceğe sürüklenmekte olduğunu görmüştüm ve buna engel olmak için derhal teşebbüslerde bulunmuştum. Fakat o zaman için bu teşebbüsümü verimli kılmak mümkün olmadı. Çünkü o zaman vaziyetim buna müsait değildi.”[54, kaynak sonradan eklendiği için 54. numaradır]

Hem o sıra çektiği telgrafı, hem de olaydan yaklaşık 4 yıl sonra ülkeyi kurtardıktan sonra o durumda yaşananları anlattığı iki konuşmayı okuduk. Peki gerçekten mi böyle oldu, Resmi Tarih ne der? Resmi Tarih, bilimsel metotlarla tahlil edilmiş ve açıklanmış tarihtir, yoruma en az dayalı olan bilgi, en net bilgidir. Tarih ve gerçekler, Atatürk’ü böyle haklı çıkarır. 7 Kasım 1918’de şu emri verdi:

“7. Ordu Kumandanlığı’na, 41. Tümen Kumandanlığı’na, 3. Kolordu Kumandanlığı’na;

1) 20. Kolordu’nun ileri hattında zayıf bir ileri karakol tertibatı bırakarak büyük kısmıyla ve İngilizlere göstermemek için gece yürüyüşüyle evvela Katma ve Subaşı civarında toplanması ve daha sonra İslâhiye’ye gelmesi uygun olur. İngiliz görüşme memurlarıyla temasa gelen subayların kuvvetten kesinlikle bahsetmemeleri ve gerekirse Ordu Karargahı’nın çok uzaklarda bulunduğu şeklinde durumu idare etmeleri, imza altında haberleşme durumunda, gerekirse tümen kumandanlarının bile imzalayıp Ordu Kumandanlığı’ndan alınan emre dayanılarak görevlendirilen Temsilci Subayları’ın imzalanması lazımdır (…)

2) İngilizlerin çeşitli bahanelerle İskenderun’a asker çıkararak 7. Ordu birliklerini zor duruma sokmak istediklerini anlıyorum. Buna meydan vermemek için, 3. Kolordu İskenderun’a kuvvet çıkarılmasını, 20. Kolordu için birinci maddede belirtilen harekât sonra erinceye kadar gerekirse ateşle dahi engelleyecektir.

3) 7. Ordu Karargahı’nın hemen Adana’ya sevki gerekmektedir.”[9]

Devamında gönderdiği telgrafta, İngiliz temsilcilerin geldiğini ve Halep kuzey ve kuzeybatısındaki Osmanlı Ordusu’nun kendilerine teslimini talep ettiklerini ve sürecin uzaması durumunda İskenderun’a erzak dolu vapurlarla İskenderun’u işgale memur askeri kuvvetlerin getireceklerini, bunun üzerine ordusunun bu İngiliz çıkarmasına karşı gerekirse ateşle önlenmesini emrettiğini bildirmiştir:

“1) Bugün 5 Kasım 1918’te Yedinci Ordu’ya gelen İngiliz görüşme memurları Mütarekename şartlarına göre Halep kuzey ve kuzeybatısındaki Osmanlı Ordusu’nun kendilerine teslimini talep etmiştir. Emirlerinize göre burada kendilerine verilecek esirlerin iade şekli hakkında yapılan görüşme talebimize cevaben de 3 İngiliz subayı Kefrialtun’a gelerek aynı hal tekrar etmiş ve bu şekilde Halep’te İngiliz ordusuna teslimi şarta bağlanmış İtilaf esirleriyle Osmanlı birliklerinin iaşelerini düzenlemek için, mevcut sormuşlardır.

Cevap olarak, ancak Lazkiye-Hanşeyhun hattının güneyinde Suriye’de kalmış Osmanlı birlikleri için, mütareke icabı teslim söz konusu olabileceği, Halep kuzey ve kuzeydoğusundaki orduların ancak barış durumuna geçişlerinin düşünülebileceği temsilcilerimiz tarafından ileri sürülmüş ve İngiliz subayları bu cevabı üstlerine bildireceklerini söyleyerek geri gitmişlerdir.

2) 4 Kasım 1918 akşamı İngilizlerin İskenderun’u işgal etmek hususundaki tekliflerine, Tümen Kumandanı cevap olarak, İskenderun’un işgaline müsaade edemeyeceğini ve yüklü olarak gelecek vapurların mecburen limanda bekleyeceğini, torpillerin taranmasına yardım edileceğini ve fakat her ne şekilde olursa olsun, İskenderun Halep yolunun işgaline engel olunacağını cevaben bildirmiş ve bu görüşme için karaya gelen İngiliz subayı bu cevabı üstlerine bildirmek üzere torpidoya dönmüştür. İngiliz görüşme memurunun ifadesine göre, 6 Kasım 1918’te İskenderun’a erzak dolu vapurlarla İskenderun’u işgale memur askeri kuvvetler gelecektir.

(…)

5) Altıncı Ordu gibi bir oldubittiye getirilmemek için, 20. Kolordu’nun ileride zayıf ileri karakollar terk ederek bir gece yürüyüşü ile ve İngilizlere sezdirmeden İslâhiye’ye çekilmesini 20. Kolordu’nun bu harekâtı sona erinceye kadar İskenderun’da İngilizlerin karaya çıkmasının gerekirse ateşle önlenmesini emrettiğim arz olunur.”[10]

Hükümet tarafından, ısrarla baskı uygulandığından ve siyasi çözüme kavuşturulamadığından ötürü DEVLET SİYASETİ ESAS ALINARAK İNGİLİZLERİN MÜTAREKENAME ŞARTLARINA AYKIRI VE DÜŞMANCA OLSA BİLE VUKUBULABİLECEK TEŞEBBÜSLERİNE KARŞI Mustafa Kemal tarafından, Yıldırım birliklerine geri çekilme emri:

“3. Kolordu Kumandanlığı’na, 41. Tümen Kumandanlığı’na, 2. Ordu Kumandanlığı’na, 20. Kolordu Kumandanlığı’na, 12. ve 15. Kolordulara (bilgi için)

5 Kasım 1918 tarih ve 577 numaralı şifreli emrin birinci maddesinde 20. Kolordu’ca uygulanması istenen hareket son bulmuş olduğundan, ikinci maddedeki İskenderun’a kuvvet çıkarılmasını ateşle önlemeye ait olan vazife kaldırılmıştır. Bundan böyle eski yazılı bildirimler doğrultusundaki devlet siyaset esas alınarak İngilizlerin Mütarekename şartlarına aykırı ve düşmanca olsa bile vukubulacak bütün teşebbüslerine karşı kesinlikle silah kullanılmayıp eski yazılı bildirimler doğrultusunda bir taraftan protesto edilmekle beraber diğer taraftan gerekli siyasi teşebbüslerde bulunmak üzere keyfiyetin hemen Gruba bildirilmesi lüzumu tebliğ olunur.”[11]

Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya, birliklerine verdiği “İngilizlere karşı İskenderun limanının savunulması” emrinin üzerinde yaptığı değişikliği bildirmesi:

“1) İskenderun’a çıkacaklara karşı silah kullanılması hakkında verdiğim 5 Kasım 1918 tarihli emrin ilgili maddesini aynen arz ediyorum:

İngilizlerin çeşitli bahanelerle İskenderun’a asker çıkararak 7. Ordu birliklerini zor duruma sokmak istediklerini anlıyorum. Buna meydan vermemek için, 3. Kolordu İskenderun’a kuvvet çıkarılmasını, 20. Kolordu için birinci maddede belirtilen harekât sona erinceye kadar gerekirse ateşle engelleyecektir.

Emrin birinci maddesi ise, 20. Kolordu büyük kısmının Katma -Subaşı kuzeyine geçmesine aittir. Bu hareket son bulmuş olduğundan silah kullanılması hakkındaki emrin de uygulanma zamanı geçmiştir. Bununla beraber, emirleriniz üzerine oradaki kumandana yeniden özel talimat verilmiştir.”

Ve devamında, DEVLETİN VERMİŞ OLDUĞU SİYASİ KARARA UYDUĞUNU bildirmesi:

“2) Dünün günahlarının mirası olan bugünkü elverişsiz vaziyetten devletimizi kurtarmak konusunda başarı umulan siyasi teşebbüslerde yardımcı olması için Cenab-ı Hakk’a bütün ruhumla yalvarırım. Cephedeki harekât ve ilişkilerin tarafımdan yürütülmesine gösterilen emniyetin samimiyetine şüphe etmem ve bu samimiyet ve teveccühe itimadımın derecesi memleketin kurtarılması hususunda acizane sorumluluğuma verilecek vazifelerin uygulanması fiiliyatında ortaya çıkacaktır.”[12]

Ardından İNGİLİZLERE GÜVENİLMEYECEĞİ hakkında görüşünü, PADİŞAHIN FAHRİ YAVERİ YILDIRIM GRUBU KUMANDANI unvanıyla Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya tüm gerçeklikleriyle anlattı ve uyardı:

“Bugün Halep’ten gelen görüşme memurlarının 20. Kolordu görüşme memurlarına Edlip civarında bize mensup bir çetenin faaliyette bulunduğu ve bunların araştırılarak önlenmesi için memur gönderilmesini teklif etmiş ve kendilerine bunların bize ait olmayıp urbandan müteşekkil oldukları cevaben bildirilmiş olduğu belirtilmiştir. Edlip’in Halep’in 50 kilometre güneybatısında olduğu ve bizden bir çetenin orada faaliyette bulunmasının hatıra dahi gelemeyeceği muhakkak iken İngilizlerin böyle bir meseleyi söz konusu etmelerinden maksatları düşündürücü görülmüştür. Bundan İngilizlerin bize karşı davranışlarında hiçbir ciddiyet ve samimiyet olmadığının çıkarılabileceği arz olunur.”[13]

Atatürk’ün yakınlarının yalancı olduğunu iddia edenler, Atatürk’ün yaverinin bu gerçekleri çarpıtmadan ve değiştirmeden yaptığı anlatımı da unutmasınlar!

“Atatürk’ün, Kilikya’yı ve Kilikya sınırlarını dahi bilmeyecek kadar gaflet göstermiş olan Sadrazamla Adana’da makine başında saatlerce süren haberleşmesine şahit olmuştum. Atatürk… Sadrazam Mareşal İzzet’i, devletin bulunduğu durum hakkında aydınlatmaktan kendisini alamıyordu. Fakat her defasında aldığı cevaplar sudan ve aldatıcı idi.”[14]

Sadrazam sonuçta Atatürk’e, liman ve şehirlerin İngilizlere bırakılmasında bir sorun olmadığını belirtiyordu[15]. Hatta Suriye’deki İngiliz Ordu Kumandanına da bildirmişti. Mustafa Kemal ise bu karara uymayarak, tüm birliklerine İskenderun’u terk etmemeleri emrini verdi. Evet, Mustafa Kemal asıl direnişi 19 Mayıs’ta değil, Kasım 1918’de başlatmıştı! “Ben Gazi Osman Paşa’yı kendime rehber olarak seçtim. Ömrüm boyunca onun yolunu takip edeceğim” diyen Mustafa Kemal gerçekten de Gazi Osman Paşa’nın yolunu takip ediyordu. Verdiği sözden geri bir an olsun dönmemişti. İskenderun terk etmemiş ve birliklerine, karaya çıkacak olan İngilizlere ateş edilmesi emrini vermişti. Adana’da Ali Fuat Paşa ile görüştüğünde de “milletin kendi haklarını kendisinin araması ve koruması” gerektiğini dile getirmişti[16]. Sadrazam Ahmet İzzet Paşa ise Mustafa Kemal’in bu hareketinin, devletin siyasetine aykırı olduğunu, kesin kaybettiğimizi Mustafa Kemal’in de kabul etmesini ve Mondros’a uyulması gerektiğini dile getiriyordu. Mustafa Kemal’in ikna olmaması ve kararlılıkla İskenderun’u İngilizlere vermemek için savunmak istemesi üzerine padişahın isteğiyle Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı ve 7. Ordu Karargâhı kaldırıldı. Mustafa Kemal ise Harbiye Nezareti’nde görevlendirildi. Uyarıları dikkate alınmadı, direnmesine engel olundu. Oysa ki, Mustafa Kemal Padişah, kendi saltanatının güvenliği için İskenderun’u ve yıllardır uğrunda savaşılan toprakları tek bir antlaşmayla İngilizlere terk ediyordu. Mustafa Kemal, “…her ne hal ve vaziyette bulunursam bulunayım doğru olduğuna kani bulunduğum ve gerekenleri söylemeyi ve ulaştırmayı memleketin selâmeti gereği kabul ettiğim görüşlerime tâbi olmaktan nefsimi menetmeye kadir değilim”[17] diyordu. Buna rağmen Sadrazam Ahmet İzzet Paşa ile Mustafa Kemal yakından görüşüyordu, İzzet Paşa Sadaretten istifa etmiş ve yerini yeni kabineye bırakmıştı. Mustafa Kemal’i de İstanbul’a çağırmıştı.

“Zat-ı devletleri bir an evvel İstanbul’a gelmelisiniz. Sizinle görüşmeye ihtiyacım var!”[18]

Bu gerçekliklerden çıkarılacak anlam, belgeden ve gerçeklikten sapmamalıdır: Atatürk’ün 1-8 Kasım 1918 tarihleri arasında Adana’dan Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya gönderdiği raporlar Anadolu direnişine yönelik kayda geçirilmiş ilk ve tek resmî belgelerdir. Sonuç olarak bu raporlarda Atatürk, açıkça İngilizlere karşı silahla karşı koymaktan söz etmiştir[19]:

  • İngilizlerin karaya asker çıkarmalarına izin vermedim.
  • İngilizler İskenderun’a çıkarsa ateşle karşılanmalarını emrettim.
  • Orduları terhis edersek ve İngilizlerin her dediğine boyun eğersek onların ihtiraslarının önüne geçemeyiz.
  • İngilizlere nazik davranmaya yaradılışım elverişli değildir.
  • İngilizlerin isteklerine karşı çıkmazsak, ordumuzun yönetilmesini ve hatta Osmanlı Bakanlar Kurulu’nun seçilmesini bile İngilizlere bırakmak zorunda kalırız.
  • Hangi şartta olursam olayım, yurt selameti için doğru bildiklerimi söylemekten nefsimi alıkoyamam!

Bunun üzerine kafasında direnişin planları yatan Mustafa Kemal, İstanbul’a gitti. Yanında yaveri Cevat Abbas Bey vardı, anlattığına göre düşman donanmalarının limana girmeleri Mustafa Kemal’i çok üzüyordu. Elbette üzülecekti, Mondros’a rağmen İskenderun’un (Hatay) limanına İngilizlerin çıkmasını engellemek isteyen Mustafa Kemal’di… Teşebbüsü engellendiğinden ötürü, İngilizler; İstanbul’daki herkesi kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya alıştıkları zamanda, kendilerine düşman olan bu adamı tam tanıyamamıştı ki, Trablusgarp’tan beri istihbaratın takibi altında olan bir komutandı.  Belki de böylesi daha iyi olmuştu. Tarih Mustafa Kemal’in yanında olacaktı. Tek çare, içinde biriken yılların intikam hissini birkaç ay daha saklamaktı çünkü milletine baş olması gerekiyordu. Milleti, Mustafa Kemal’i bekliyordu.

Öncelikle, kendisi Sadrazam’ın isteğiyle İstanbul’a çağrılmıştı ve Yıldırım Orduları Grubu kaldırılmıştı.  İstanbul’a geldiğinde kendi elindeki imkanları daha iyi gördü ve Mustafa Kemal, temelde Makyavelizm çerçevesinde düşünmeliydi ki; bu bizim yorumumuz değil, Atatürk bunu fark ettiğini, 1923’te ve 1926’da anlatmıştı. Tarihçilik, tahrip etmekle olmaz, 1. el ifadeyle olur. Atatürk’ü Atatürk’ten ve gerçek yaşanan olaylardan öğrenebilirsiniz. Söylediği ve yaptığı çelişiyor muydu göreceğiz.

Mütareke’ye rağmen silahlarını bırakmayan sadece Medine komutanı Fahrettin Paşa’dır. Yakup Şevki Paşa ve Ali İhsan Sabis Paşa Malta’ya sürülürken sadece silahlarını bırakmadığı için değil; İngilizlerin hazırladığı kara listede yer aldıklarından ötürü, Ermeni olaylarına katılmak gibi başka nedenlerle de tutuklama gerekçeleri çıkarılmıştı.[20] [21] Ayrıca Ocak 1919’da da İngilizlerin İstanbul Hükümeti üzerinde kurdukları baskı devam etmiş ve Kafkasya ve Kilikya’da mütarekeye uyulmadığından ötürü çeşitli Türk komutanlarının derhal İngiliz askeri makamlarına teslim edilmesi üzerine durulmuştur(DİKKAT EDİN, BU TALEP İSTANBUL HÜKÜMETİ’NDEN İSTENECEKTİR):

(Amiral Calthorpe’tan İngiltere’ye)“ Türk Hükümetini protesto edip durmak, hem yararsız, hem de onurumuzla bağdaşmaz görünüyor. Bugünkü kabine (Tevfik Paşa kabinesi), bize her türlü iyi niyeti gösteriyorsa da onun emirlerine uyulmuyor. Kafkasya’da, Kilikya’da mütarekeye uyulmadığını, Ermenilere karşı davranışların ise her zamanki gibi aşırı saldırgan olduğunu görüyoruz. Bu nedenle, durum, yeni biçimde bir eylem gerektiriyor. Kendileri aleyhinde delil bulunduğu sanılan kimselerin hemen yakalanıp Müttefik askeri makamlarına teslimini isteme yetkisinin bana verilmesi, en etkin çare olacaktır…”[22]

Mustafa Kemal, 10 Kasım 1918’de Adana’dan İstanbul’a hareket için yola çıktı[23]. 11 Kasım’da Sadrazam Tevfik Paşa kabinesi kurulur ve (Sadrazam Tevfik Paşa) aynı gün İngiliz gazeteci Ward Price’e verdiği mülakatta İngilizlerle eski dostluklarının canlandırılması gerektiğini söyler:

“Gayemiz İngiltere ile eski dostluğumuzu canlandırmaktır. İtilaf Devletlerinin bizi biraz tecrübeli şahısların emrine vermeleri lazımdır.”[24] [25]

Mustafa Kemal’in önceki uyarısını hatırlarsanız: İngilizlerin her dediğine boyun eğecek olursak her türlü düşman ihtiraslarının önüne geçemeyiz diyordu. Öyle de oldu, Osmanlı hükümeti İngilizlere bağlı bir politika yürütmeye başlamıştı ki, bakın Britanya Hariciye Nezareti memurunun aynı günkü söyledikleri:

“Bundan sonraki Osmanlı Devleti Bursa hükümet merkezi olmak üzere bütün Anadolu’yu içine almalıdır.”[26]

Mustafa Kemal, hükümeti uyarmamış mıydı? Uyarmıştı. Dinlediler mi? Dinlemediler. Sonuç ne? Mustafa Kemal’in uyardığı gerçek oldu.  Kasım ayının 13’ünde ise 22 İNGİLİZ, 17 İTALYAN, 12 FRANSIZ VE 4 YUNAN DONANMALARI (İTİLAF DEVLETLERİNE AİT) Dolmabahçe’ye geldi. Bunun üzerine kafasında direnişin planları yatan Mustafa Kemal, SADRAZAM TARAFINDAN ÇAĞIRILDIĞI İÇİN İstanbul’a gitti. Sonra da kurtuluş çareleri için orada kaldı. Yanında yaveri Cevat Abbas Bey vardı, anlattığına göre düşman donanmalarının limana girmeleri Mustafa Kemal’i çok üzüyordu. Elbette üzülecekti, Mondros’a rağmen İskenderun’un (Hatay) limanına İngilizlerin çıkmasını engellemek isteyen Mustafa Kemal’di… Teşebbüsü engellendiğinden ötürü, İngilizler; İstanbul’daki herkesi kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya alıştıkları zamanda, kendilerine düşman olan bu adamı tam tanıyamamıştı. Belki de böylesi daha iyi olmuştu. Tarih Mustafa Kemal’in yanında olacaktı. Tek çare, içinde biriken yılların intikam hissini birkaç ay daha saklamaktı çünkü milletine baş olması gerekiyordu. Milleti, Mustafa Kemal’i bekliyordu. 

“…Atatürk’le ben, askerî ulaşıma ait bir köhne motor ile deniz ortasında yaslanan bir çelik ormanının içinden geçiyorduk. Atatürk’ün zarif dudaklarından ‘Geldikleri gibi giderler!’ cümlesini işittiğim zaman, Mütareke’nin doğurduğu derin ve elemli ümitsizliği derhal unutmuştum. Cevabımda acele ettim: ‘Size nasip olacak, siz bunları kovacaksınız Paşam!’ dedim. Gülümsedi, aziz başının içinde şekillenmeye başlayan vatanı kurtarma planlarını bir an için yeniden geçiriyor gibi daldı, sonra: ‘Bakalım!’ dedi.”[27] [28] [29]

Mustafa Kemal ve Yaverleri Cevat Abbas Gürer

Rahip (Robert) Frew ile Mustafa Kemal Paşa’nın temas halinde olmasından ötürü, Atatürk’e İngiliz ajanı diyen teorisyenler iyi okusun, yaverinin yalan atmadığını da gerçekten aynı gün itilaf donanmasının İstanbul’a demir atmasından ve Mustafa Kemal’in daha 3 gün önce çektiği telgrafta İngilizlere karşı mücadele verilmesi gerektiğini belirtmesinden öğrenebiliriz. Kaldı ki bilimsel metot dışında, yaverinin anlatımından ziyade Kadıköy vapurunda bir solcunun teorisini esas alanların[30] sözde yazıları, bırakın resmi yayınları, dipnotlarda bile yer alamaz. Rahip (Robert) Frew İngiliz İstihbaratından olduğu söylenen bir kişidir. Devamında değineceğim.

 

Kumandanı olduğu ordu grubu kaldırılmış, PADİŞAHIN FAHRİ YAVERİ ünvanıyla İstanbul’a gelmiş olan Mustafa Kemal; geçici olarak Pera Palas’a yerleşir. Burada 15 gün kadar kalmıştır. Pera Palas, o sıralarda İtilaf Devletlerinin askeri istihbarat merkezi olmuş bir oteldir[31].  Charles King, Mustafa Kemal’in Pera Palas’ı bilerek geçici olarak seçtiğini aktarır:

“Mustafa Kemal imparatorluğun Batılılaşmış entelijensiyasının saf bir ürünüdür. Meslektaşları ve gelecekteki mücadele arkadaşları, dört yıllık bir baskı döneminden sonra yeniden canlanan kozmopolit yaşamın bütün işgalcileri çok hoşnut kıldığı bu kente ayak basınca, kentin Müslüman mahallelerine sığınırken, o Galata’dan geçerek, aynı gün İngiliz genelkurmayının mekan olarak seçtiği Pera Palas’a yerleşir. Otel eskiden beri ecnebi müşterilerinin uğrağıydı, ama şimdi lobisi ve restoranı Britanyalı ve diğer Müttefik subaylarla tıklım tıklım dolmuştu (…) Mustafa Kemal temelde bir pragmatistti; elimizdeki bilgilere göre, Pera Palas’a tam da Müttefiklerin merkez üssü olduğu için gitmişti.”[32]

Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Erkan-ı Harbiyesi Yarbayı Rafael de Nogales Méndez, Para Palas otelinde, İngiliz ve Fransız kumandanların Mustafa Kemal’i kendilerini yenmiş ve üstün cesareti becerisinden ötürü tebrik ettiklerini aktarıyor. Yine Yarbay Rafael de Nogales Méndez, aynı yazısında, Atatürk’ün İngilizlerin Ortadoğu’daki planlarını Napolyon taktiğiyle altüst ettiğini/yıktığını aktarıyor (1923):

“İngiltere'nin üç amacı vardı: İlki İslam'ın bütün kutsal yerlerini kontrol etmek, ikincisi İslam'ın politik başkentlerini kontrol etmek ve böylece haddi hesabı olmayan petrol, maden ve yün zenginliğini imparatorluğunun idaresine almak. Bütün İngiliz planı suya düştü...

Açıklamasına göre tek amacı, halk egemenliğine dayalı güçlü bir demokratik devlet olarak Türkiye'nin özgürlük ve bağımsızlığını tesis etmek…

İngiliz ve Anzakları durduran Kemal'in kuvvetleriydi…

Arapça, Fransızca ve Almanca biliyor, zekanın adamı, yüksek eğitimli...

Kemal, Dünya Savaşı'nda yenilen doğunun hasta adamını (yani Türkiye'yi), Avrupalı diplomatlara, onların daima "şiddet" olarak kabul ettikleri tek argümanla karşılık verebilecek kadar nasıl güçlendirdi?

Napolyon Taktiğini İzledi: ‘Düşmanlarını Böl ve Onları Tek Tek Devir’” [33]

Rafael de Nogales Méndez How Kemal Pasha Shattered England's Rosy Dream Of Empire In Near East

Niçin İngilizlerin neredeyse her isteğini yerine getirmeye başlayan bir Osmanlı hükümeti oluşmaya başladığını anlamaya çalışan Mustafa Kemal, İstanbul’a geldiğinde, Pera Palas’ta Rauf Orbay’la görüşerek, Mondros Mütarekesinin uygulanması ve İngilizlerin davranışları hakkında ondan bilgiler almıştı[34]. İşte o sıra İstanbul’daki havayı ve işgali gördüğünden ötürü, stratejisini belirlemesi lazımdı. Bunu bir çelişki olarak nitelendirmek, koca bir tarihi yalnızca 2-3 ay içerisindeki birkaç demeçlere dayanarak ele almak, ahmaklıktır. Kaldı ki, Sultan Vahdettin, tahtı için 2-3 ay İngilizlere sabretmek dışında, her istediklerini yapmaya razıydı. Mustafa Kemal ise 19 Mayıs 1919’ta Anadolu’ya geçebilene kadar sadece şüpheli konuma düşmeme gayretinde olması gerektiğini anlamıştı. Sonra sine-i milletine dönecekti. 17 Kasım 1918, Minber Gazetesi’nde verdiği röportajı incelediğimizde, Adana’da fikir cereyanlarını takip edemediğini ve İstanbul’a yeni geldiği için siyasi ortamı ve havayı da yeni öğreniyordu. Ayrıca, İttihat ve Terakki’de ordunun siyasetten ayrılması gerektiğini savunmuşsa da, öncesinde Vatan ve Hürriyet Cemiyeti faaliyetlerinde de siyaseti takip etmekteydi.17 Kasım tarihinde “Mustafa Kemal Paşa ile Mülâkat” başlığıyla bir röportaj yayınladılar. Röportaj, muhabirle soru cevap şekilde hazırlanmıştı:

“-(Muhabir): Siyasi vaziyetimiz hakkındaki görüşlerinizi öğrenebilir miyim?

-(Mustafa Kemal)- Ben siyasetle yalnız (1913-1914) Sofya ve aynı zamanda Belgrad ve Çetine askeri ataşeliklerinin üzerimde bulunduğu bir sene boyunca ilgilendim ve ilgilenme tarzım da sırf siyasi olmayıp askeri-siyasi bir ilgilenmeydi. Bu görev sürem hariç tutulursa, bütün hayatım Trablusgarp’te, Balkan Muharebesi’nin son sahfasında, şimdiki harpte muharebe meydanlarında askerlik işleriyle uğraşmakla geçmiştir. Dolayısıyla kendimde ordulardan ve muharebelerden ve askeri kanaatlerden bahsetmek için çok geniş yetki görüyorsam da, siyasetten bahsetmeyi bu işle ilgilenenlere bırakmayı uygun bulurum. Bununla birlikte bu ifademle aziz vatanımızın ve bedbaht milletimizin selamet ve menfaatiyle ilgisi itibariyle, devletimizin benim de içinde yaşamakta bulunduğum devrin çeşitli safhalarında genel siyaset ahengine katılma şeklini düşünmemiş olduğumu söylemek istemiyorum. Bu hususta çeşitli zamanlara ait derin düşüncelerimin ve bu düşüncelerin icap ettirdiği incelemenin özetini ve neticesini ifade etmek lazım gelirse diyebilirim ki, ben ‘her türlü siyasetin her türlü manasıyla en çok kuvvetli olmakla bulunduğumu’ kabul ederim. ‘En çok kuvvetli olmak’ deyiminden maksadımın yalnız silah kuvveti olduğunu sanmayınız. Tersine, asker olmama rağmen, bu, bence kuvveti ortaya çıkaran ve oluşturan etkenlerin sonuncusudur. Benim amaçladığım, ‘manevi, bilimsel, teknik ve ahlaki bakımdan kuvvetli olmaktır’. Çünkü bu saydığım özelliklerden mahrum olan bir milletin, bütün fertlerinin en son silahlarla donandığını farz etsek bile, kuvvetli olduğunu kabul etmek doğru olamaz. Bugünkü insanlık topluluğu içinde insan olarak yer alabilmek için, elbette silah elde olmak yeterli değildir. Benim anlayışıma göre, kuvvetli bir ordu denildiği zaman anlaşılması lazım gelen mana, her ferdi, bilhassa subayı, kumandanı, medeniyetin ve tekniğin icaplarını kavrayan ve tavır ve hareketlerini ona göre uygulayan yüksek ahlakta bir topluluktur. Şüphe yok ki, yegâne amacı, vazifesi, düşüncesi ve hazırlığı, vatanın müdafaasıyla sınırlı olan bu topluluk, memleketin siyasetini idare edenlerin en sonunda verecekleri kararla faaliyet haline geçer. İşte ben, orduya ve ordulara kumanda etmiş bir asker sıfatıyla bu açıdan siyasetle temas etmiş olabilirim. Memleketimi ve milletimi çok iyi tanıdığım ve muhtaç olduğu ilerlemeye ulaşması için huzur ve sükûn ile, fakat herhalde hürriyet ve bağımsızlığı korumuş olarak çok devamlı çalışmak lüzumuna inandığım için, bu kanaatimi tatmin edecek, yani bize huzur ve sükûn ve çalışma zamanı verecek ilişkilere ulaştıracak dostluklara cidden taraftarım.” [35]

Bu son noktada, muhabir günümüzde bile tartışma yaratacak bir soru soruyor, bilfiil İtilaf ordularının kontrolüne düşmeye başlayan İstanbul’da böyle bir demeç vermek, ileride vereceği mücadelenin haklılığını ortaya koyacak bir stratejidir. Bu bir yorumdur evet, en güçlü yorum ve tarihten çıkarılacak tek yorumdur. Çünkü bu konuşmanın öncesinde ve sonrasında (Samsun’a çıkışından itibaren ölene kadar) verdiği mücadele bize bu yorumdan başka bir yorum yaptırmaz. Aksi tarihi çarpıtmaktır. Akıl işi değildir:

“-(Muhabir): İngilizlere karşı beslediğiniz hissiyat hakkında bazı bilgiler verir misiniz?

-(Mustafa Kemal): Bu harpte İngilizlerle Arıburnu, Anafarta ve Filistin cephelerinde karşı karşıya birçok muharebeler verdim. Ben, bu muharebelerde ve genel olarak saydığım bu cephelerden başka cephelerde, başka bölgelerde diğer milletlerle dahi verdiğim muharebelerde, daima vatanın müdafaasından ibaret olan asli vazifemi yaptım. Dolayısıyla kalbimde kin ve düşmanlık hissiyatı yer bulmamıştır. İngilizlerin, Osmanlı milletinin hürriyetine ve devletimizin bağımsızlığına riayette gösterecekleri [gösterecekleri] hürmet ve insaniyet karşısında yalnız benim değil, bütün Osmanlı milletinin İngilizlerden daha hayırhah bir dost olamayacağı kanaatiyle etkilenmeleri pek tabiidir.

-(Muhabir): Memlekette en son fikir cereyanlarını nasıl buluyorsunuz?

-Harp cephesinden İstanbul’a döneli iki gündür. Karargahımın bulunduğu Adana’da fikir cereyanlarını hissetmeye vakit bulamadım. Dolayısıyla bu konuda bir şey söyleyemem.” [36]

J. G. Bennet, Mustafa Kemal “İngiliz kontrolü altında bir Türk ordusu kurmak istediğini belirtti”[37] demiş. Aynı iddiaya ve gazeteci Price’ın Atatürk öldükten yaklaşık 20 yıl sonra yazdığı bir kitapta belirttiğine göre Mustafa Kemal, İstanbul’a (Kasım 1918) geldiğinde yaptıkları bir görüşmede İngilizlerin Anadolu’daki valisi olmak istediği de belirtilmiş. Hiçbir belge yok, Mustafa Kemal’in yaptığı Minber ve Vakit gazetesindeki konuşmalarında bahsettiği İngiliz dostluğu bilgileri var sadece. Üstelik daha o yıllarda (16 Aralık 1918’de) General Milne’nin İngiltere’ye gönderdiği raporda, padişahın Kafkasya’daki Türk askerlerini İngiliz subaylarının kontrolü altına vermeye hazır olduğunu bildirmişlerdi[38]. Bennet sanırsam “Mustafa Kemal, İngiliz kontrolü altında bir Türk ordusu kurmak istiyordu” derken Vahdettin ile Mustafa Kemal’i karıştırmış olmalıydı? Daha İstanbul’a gelmeden birkaç gün önce, birliklerine “karaya çıkacak olan İngilizlere karşı ateş” emri veren Mustafa Kemal (ve verdiği emir doğrulusunda topçu atışı yapıldığına dair bilgiler mevcut); “İngilizlerin her istediğine boyun eğecek olursak düşman ihtiraslarının önüne geçilemeyeceğini” söyleyen Mustafa Kemal; İstanbul’a döner dönmez İngiliz valisi olmak istemiş(!), halbuki “İngiliz dostluğundan bahsetmesi” de bunu kanıtlarmış. Yersen. E peki Mustafa Kemal’in Minber gazetesinde yayınladığı mülakattan kısa bir süre önce yine gazeteci Ward Price’a, yeni kurulan kabinenin başında yer alan Sadrazam Tevfik Paşa’nın “Gayemiz İngiltere ile eski dostluğumuzu canlandırmaktır. İtilaf Devletlerinin bizi biraz tecrübeli şahısların emrine vermeleri lazımdır” demesi ne oluyor? Ya da 24 Kasım 1918’de Sultan Vahdettin’in yine The Daily Mail muhabiri İngiliz gazeteci G. Ward Price’a verdiği demeçlerde İngiltere’ye karşı sevgi dolu cümleleri ne oluyor? Buyurun, Sultan Vahdettin’in, yeni Sadrazam’ın ve Mustafa Kemal’in dostluktan bahsettiği İngiliz gazeteciye 7 gün sonra verdiği demeçte hem “İngiliz dostluğundan” hem de “Ermenilerin öldürülmelerinin bu dostluğa zarar verdiğinden” bahsettiğini biliyor muydunuz? Gizli belgeler diye yutturmaya çalışan sözde tarihçi, tarih kırpanı, vicdan tırpanları sizlere bunlardan bahsetmiş miydi?

(Padişah Vahdettin): “Türkiye’nin harbe katılması bir türlü kaza eserinden ibarettir. Siyasi durumumuzu, coğrafi mevkiimizi ve milli menfaatlerimizi ciddi olarak mülahaza etmiş olsaydık, bunun tamamıyla akılsızca yapılmış bir hareket olduğu apaçık anlaşılırdı. Ne yazık ki, hükümetin basiretsizliği bizi felakete sürüklemiştir. Eğer ben tahtta olsaydım, bu esef verici hadise olmazdı. İngiltere’de öteden beri Türklere karşı mevcut dostluk duyguları harp başladığından zaman hemen yok olmuş değildi. Fakat Ermenilerin öldürülmeleri İngilizlerin Türkiye’ye karşı duygularında derin bir değişiklik hasıl etmiştir. Bu kötülükler… kalbimi yaralamıştır. Adalet çok geçmeden yerini bulacaktır. İngiliz milletine kuvvetli sevgi ve hayranlık duygularımı Kırım harbinde İngilizlerin müttefiki olan babam Sultan Abdülmecit’ten miras aldım. Şimdi… bu sebepten memleketim ile Büyük Britanya arasında ötedenberi mevcut dostane münasebetleri yenileyip kuvvetlendirmek için elimden geleni yapacağım. Unutmayınız ki, olup bitenlerde milletimin hiçbir günahı yoktur. Büyük çoğunluğa karşı asil milletinizin, bu duygulara ayniyle mukabelede bulunacağı ümidini ortaya koymaya cüret ediyorum. Diyebilirim ki, Türk milleti İngiltere’ye karşı aynı duygularla, hem de umumiyetle çok daha kuvvetle duygulanmaktadır…”[39] [40]

Padişah’ın bu sözlerine mutabık olarak Sir Arthur Calthorpe: “Sultan’ın zekâ ve karakter sahibi bir zat olduğunu, Britanya’ya tam bir sempati beslediğini” 4 Aralık 1918 tarihinde Lord Balfour’a bildirmişti [41].  Üstelik İngiliz Yüksek Komiserliği Birinci Siyasi Müsteşarı Mr. Hohler ile de görüşülür ve Vahdettin’in mesajı şöyle aktarılır:

“Vahdettin suçluları cezalandırmak niyetindedir, yeteri kadar enerjik olmayan şimdiki kabine yerine daha güçlü bir kabine atamayı düşünmektedir. Suçlular, memleketteki en güçlü, en yayın örgütün üyeleridir; kendilerine karşı ciddi eyleme geçildiğini görürlerse umutsuzluğa kapılabilirler. Padişah, bu yüzden, kendi görüşlerini paylaşanlara karşı bir patlamadan korkmaktadır. Böyle bir patlamada İngiltere’nin tutumunun ne olacağını bilmeyi arzu etmektedir.” [42]

Ayrıca Vahdettin, Ermeni meselesinde hata yapıldığını ve bu hatadan ötürü İngilizlerle dostluk bağlarını kopardığını anlatırken (İngilizler de buna katılmaktaydılar); Mustafa Kemal ise 1923’te halkına karşı yaptığı bir konuşmada ve Nutuk’ta Ermenilerin o yaptıklarını anlatırken, Türk milletinin haklılığını ortaya koyacaktı:

(1923) “Ermenilerin bu verimli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketiniz sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır. Gerçi bu güzel memleket eski asırlardan beri çok kere yabancı istilâlarına uğramıştı. Başlangıçta Türk ve Turanî olan bu ülkeleri İranîler zaptetmişlerdi. Sonra bu İranileri mağlûp eden İskender’in eline düşmüştü. Onun ölümüyle memleketler paylaştırıldığı zaman Adana kıtası da Silifkelilerde kalmıştı. Bir aralık buraya Mısırlılar yerleşmiş, sonra Romalılar istilâ etmiş, sonra Doğu Roma yani Bizanslılar eline geçmiş, daha sonra Araplar gelip Bizanslıları koymuşlar; en sonunda Asya’nın göbeğinden tamamen kaynayan Türkler soyundan ırkdaşlar buraya gelerek memleketi, geçmiş ve asli hayatına iade ettiler. Memleket en sonunda yine gerçek sahiplerinin elinde karar kıldı. Ermeniler ve diğerlerinin burada hiçbir hakkı yoktur. Bu bereketli yerler koyu ve öz Türk memleketidir. Arkadaşlar, bu memleketin halkı üzerinde kimsenin hak ve yetkisi olmadığı gibi, bu memleketi dışarıya muhtaç ettirmemek de size ait olan bir görevdir. Sanatın önemini takdir etmeli ve bu takdirin bugününün gereklerine göre, lâzım gelen araçlara yönelmekle olacağını anlamalıyız. Sizler ki çok çalışıyorsunuz. Çok çalışanlar o oranda havaya, sakinliğe, dinlenmeye muhtaçtırlar.” [43]

(Nutuk) “…Şüphe etmemek gerekirdi ki, Ermeni kıtali konusundaki sözler, gerçeğe uygun değildir. Aksine, güney bölgelerinde, yabancı kuvvetler tarafından silahlandırılan Ermeniler, gördükleri koruyuculuktan cesaret alarak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmaktaydılar. İntikam düşüncesiyle her tarafta insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti gütmekteydiler. Maraş’taki feci olay bu yüzden çıkmıştı. Yabancı kuvvetlerle birleşen Ermeniler, top ve ağır makineli tüfeklerle Maraş gibi eski bir Müslüman şehrini yerle bir etmişlerdi. Binlerce çaresiz ve suçsuz ana ve çocukları işkenceyle öldürmüşlerdi. Tarihte bir benzeri görülmemiş olan bu vahşeti yapan Ermenilerdi. Müslümanlar yalnız namuslarını ve canlarını korumak için karşı koymuş ve kendilerini savunmuşlardı. Yirmi gün süren Maraş soykırımında, Müslümanlarla birlikte şehirde kalan Amerikalıların, bu olay hakkında İstanbul’daki temsilciliklerine çektikleri telgraf, bu faciayı yaratanları, yalanlanamayacak bir şekilde ortaya koymaktaydı. Adana ili içindeki Müslümanlar, tepeden tırnağa kadar silahlandırılan Ermenilerin süngülerinin baskısı altında her dakika öldürülmek tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyorlardı. Canlarının ve bağımsızlıklarının korunmasından başka bir şey istemeyen Müslümanlara karşı uygulanan bu zulüm ve yok etme politikası, uygar dünyanın dikkatini çekecek ve onları insafa getirecek nitelikteyken, aksinin yapıldığını iddia ederek ondan vazgeçilmesini isteme gibi bir teklif nasıl ciddi olarak kabul edilebilirdi?” [44]

İstanbul’daki İngiliz Amirali Webb’in, İngiltere’ye gönderdiği bir telgraftan bölüm: “Ermenilere zulmeden herkesi cezalandırmak için Türkleri toptan idam etmeli. Cezalandırma işlemi, (…) İbret verici bir şekilde yargılayarak kişileri cezalandırma biçiminde olmalı.” Şimdi soralım bakalım, Vahdettin mi İngilizlerin isteğini yerine getirdi? Yoksa Mustafa Kemal mi? Vahdettin mi İngilizlere dostluktan ve onlara yaranmaktan söz ederken samimiydi? Yoksa, sırf düşman ordularının Ermeni tehciri konusundaki tavırlarına teslim olup onlara yaranmak için (İngilizlerin isteğiyle) bizzat Vahdettin tarafından idam edilen şehit Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey değil miydi? Peki yıllar sonra kurtuluşun ardından Şehit Kemal Bey'in çocuklarına sahip çıkan Mustafa Kemal Paşa değil miydi? İngilizler, Türk komutanlarını Ermenileri tehcir ettiklerinden ötürü "katil" diye nitelendirir ve dünya kamuoyu önünde suçlamaya çalışırlarken, daha 1921'de Mustafa Kemal Paşa rest çekmemiş miydi? 26 Şubat, 1921. Amerikalı Gazeteci Streit soruyor:

"Dünya savaşı sırasında yapıldığı iddia edilen Ermeni katliam ve tehciri hakkında hükümetinizin resmi görüşü nedir?"
Mustafa Kemal cevaplıyor: (kısaca)
"Düşmanca ithamda bulunanların sürdürdükleri büyük mübalağalar dışında Ermenilerin tehciri meselesi aslında şundan ibarettir: Rus ordusu 1915'te bize karşı büyük taarruzunu başlattığı bir sırada o zaman Çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Ermeni komitesi, askeri birliklerimizin gerisinde bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti. Düşmanın sayı ve malzeme üstünlüğü karşısında çekilmeye mecbur kaldığımız için kendimizi daima iki ateş arasında kalmış gibi görüyorduk. İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız şekilde katlediliyor, gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm sürdürülüyordu.

Bu cinayetleri işleyen ve saflarına eli silah tutabilen bütün Ermenileri katan çeteler, silah, cephane ve iaşe ikmallerini, bazı büyük devletlerin daha barış zamanından beri kendilerine kapitülasyonların bahşettiği dokunulmazlıklardan istifade ederek ve bu maksada yönelik olarak büyük stoklar husule getirmeye muvaffak oldukları Ermeni köylerinden yapıyorlardı. İngiltere'nin barış zamanında ve harp sahasından uzak olarak İrlanda'ya reva gördüğü muameleye hemen hemen kayıtsız bir şekilde bakan dünya kamuoyu, Ermeni ahalinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz. Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve bunlardan çoğu, şayet İtilaf devletleri bizi tekrar harp etmeye zorlamasa idi, evlerine dönmüş olurlardı." [53, kaynak sonradan eklendiği için 53. numaradır.]

Devam edecek olursak, Sultan Vahdettin yeter mi? Yetmez tabi, bütün hükümetleri İngiliz dostluğundan bahsediyordu! 1919’da Damat Ferit Paşa hükümeti de bunların başındaydı. İlk işi İNGİLİZ Amiral Richard Webb’e n büyük kalbi temennilerini bildirmek oldu. Amiral Richard Webb, Damat Ferit ile yaptığı görüşmeyi 9 Mart 1919 tarihinde anlatıyor:

“Her şeye takdimen bana özel olarak ilettiği müteaddit teminatında kendisinin ve Padişah efendisinin ümitlerinin Allah’tan sonra İngiltere Krallık Hükümetinde toplandığını beyan ile bu husustaki mesajın size iletilmesi arzusunu ızhar etmişti.” [45]

Kaldı ki Kemalistler Sivas Milli Kongresi’ni yaptıktan sonra Damat Ferit Paşa hükümetinin de koltuğu artık dayanamayacak duruma gelmişti [46]. Ali Kemal’in ise kurtuluşu “herhangi bir şekilde olursa olsun İngiliz himayesinde” gördüğü bildiriliyordu [47] [48]. Üstelik Damat Ferit Paşa, Amiral de Robeck’e “sultanın ve kendisinin hayat ve hürriyetlerini temin esbabına başvurup vurmayacaklarını” sormuş; Amiral de ona “Sultan’ın kendisinin ve adamlarının selametini sağlayacak her türlü tedbirin alınacağını” vadetmişti [49]. Say say bitmez ancak sayacağız zamanla. Ward Price ise, Kasım 1918’te Mustafa Kemal’le görüşmüş olmasına rağmen “vali” konusundan bahsedilmemiş. Eylül 1922’de tekrar Türkiye’ye (bu sefer İzmir) geliyor ve yine Mustafa Kemal’le görüşme yapıyor ve bu görüşmelerin detayını Atatürk öldükten sonra 23 Kasım 1938’te Türkiye’ye gelerek tekrar anlatıyor:

(Ward Price) “Büyük bir hadisenin akşamındayız. Türkiye’ye ilk defa gelmiyorum. İlk defa 1911 senesinde İstanbul’a gelmiş, Lüleburgaz’da Bulgarlarla yapılan muharebede ve Çatalca müdafaasında bulunmuştum. O zaman, sultanların ve Babıâli’nin son günleri idi. Bu itibarla onların artık sonu yaklaşmış olan haşmet ve azametlerini de görmüş oldum. O günlerde Türkiye hasta adam halinde idi. Türkler, on altıncı asırda Viyana surlarına kadar dayanan ve Şekspir zamanından beri, İngiltere’de Grand Türk diye sevilen, sayılan, “Türk gibi kuvvetli” diye anlatılan savaşı, fatih ve kahraman bir millet olan Tükler, nasıl olmuş da bu hale düşmüşlerdi? Bunu 1911’de İstanbul’a ilk gelişimde kendi kendime sormuştum. Sonunda mağlup çıkmalarına rağmen Türkler, büyük harpte gene kahramanca dövüştüler. Bu yıllarda kazandıkları galibiyetler mağlubiyetlerden çok fazla idi. Ben, Çanakkale’de, Gelibolu yarımadasında bulundum. Orada bu milletin şecaatini, baba yiğitliğini gözlerimle gördüm.

Büyük harpten sonra Atatürk’le ilk tanışmam, 1918 ikinci teşrininde İstanbul’da Pera Palas otelinde olmuştur.  13 ilkteşrin 1918’de mütarekenin imzalanacağı sıralarda ben, Limnos adasında bulunuyordum. Mütarekenin imzasından sonra Selânik ordusunun kurmay başkanı olan İngiliz Generali bir torpido ile İstanbul’a gidiyordu. Beni de beraberinde aldı. O sıralarda henüz torpiller kaldırılmamış olduğu için seyahat tehlikeli idi. İstanbul’da Pera Palas oteline indik. Bir gün, bu otelin bir İsviçreli olan müdürü bana bir Türk generalinin benimle konuşmak ve beraberce bir kahve içmek istediğini söyledi. Sırtında sivil bir elbise ve başında fes bulunan bu zatın yanına gittim. Bu sivil zat, Mustafa Kemal Paşa idi. Ben, henüz bu ismin şöhretini duymuş değildim. Çanakkale’de bizi mağlup eden kumandanın o olduğunu, daha öğrenmemiştim. Bu Türk generali üzerimde derin bir intiba bıraktı. O günlerde çok mahzun ve muztarip görünmekle beraber, kudretli bir seciye ve enerjiye sahip olduğu anlaşılıyordu. Mustafa Kemal Paşa, bana o gün Türkiye’nin büyük harbe bu şekilde girmekle büyük bir hata işlediğini söyledi. Şimdi de hasıl olan vaziyet, işlenmiş olan hatanın akıbeti ve cezası idi. General bu görüşmede Türklerle İngilizlerin eski dostluklarından bahsetti. Kendisiyle ilk temasım böyle oldu. Hiç şüphe etmem, o zaman Mustafa Kemal, hayatının en müteessir, en muztarip günlerini yaşamakta idi.

Onu ikinci defa İzmir’e girişinin ikinci günü gördüm. 1922 senesi eylülünde. Bu defa hayatının en mesut günlerini yaşıyordu. Yunan ordusu kaçmış ve muzaffer Türkler İzmir’e girmişlerdi. Burada çıkan yangını, halkın telâşını görmüştüm. Avrupa’da bu yangının Türkler tarafından çıkarıldığını ve Türk askerlerinin katliamlara giriştiği hakkında birtakım rivayetler dolaşmıştır. Fakat ben orada idim. Ne katliam gördüm; ne de yangının Türkler tarafından çıkarıldığı kanaatindeyim. Mustafa Kemal Paşa, İzmir’e girince kendisiyle bir mülâkat istedim. O sırada İngiliz ve Fransız zırhlıları, hala orada idi. Mülâkatımda muzaffer kumandana, kendisinin İngilizlere ve Fransızlara düşman olup olmadığını sordum. Şu cevabı verdi:

‘Hayır! Biz Yunanlılarla harp ediyoruz. İngilizlerle Fransızlar bizim işimize karışmadıkları takdirde bizden husumet görmeyeceklerdir.’

Bir müddet sonra geldiğim İstanbul’dan Lozan’a gittim. Bu sırada konferansta bir inkıtâ olmuştu: İsmet Paşa geriye dönüyordu. Aynı trenle ben döndüm ve gene beraber, Ankara’ya giderken Eskişehir’de Gazi de trene bindi. O zamanki Ankara, çok iptidai bir kasaba idi. Taşhan denilen kötü bir otelde kaldım. Karşısında beyaz badanalı bir lokanta vardı. Yemekleri de, servisi de fena olan bu lokanta mebuslar bile yemek yiyorlardı. Gazi, o zaman Çankaya’daki küçük köşkünde oturuyordu. Kendisi tarafından burada iki defa kabul edildim ve beraberce çay içtim. Mustafa Kemal Paşa, bütün kasabayı gören bu köşkte bana Türkiye’nin âtisi için zihninde hazırladığı tasavvurları anlattı ve şehrin imarı için yaptırdığı plânları gösterdi. Şimdi, on beş sene sonraki gelişimde bu modern evleri, geniş caddeleri, stadyumları, resmi ve hususi daireleri görünce o zaman bana gösterilmiş proje ve planları hatırlıyorum. Bu planlar, tatbik sahasında gerçekleşmiştir. Bu bir harikadır ve bundan çıkarılan netice şudur: Türkler, kendine yol gösteren hakiki bir lidere mazhar olunca canla başla çalışacak bir millettir. Bunlar benim birtakım sathi hatıralarımdır. Siz memleketin içinde yaşıyorsunuz. Daha iyi bilirsiniz. Türk hükümet merkezinin İstanbul’dan kaldırılıp Ankara’ya getirilmesi kadar isabetli bir karar olmamıştır. Hükümet merkezi buraya gelince İstanbul’da gösterilemeyen hararetli mesai gösterilecektir. Nitekim gösterilmiştir de. Nitekim Çin’de de hükümet merkezi Pekin’den Nankine’e kaldırılması, aşağı yukarı, buna yakın bir fark göstermiştir. Günün birinde Ankara, Avrupa’nın en güzel merkezlerinden birisi olacak ve buraya birçok Avrupalı ziyaretçiler gelecektir. Ankara, yeni bir ruhtur, yeni bir imandır. Bu şehre ikinci ziyaretimi on beş sene sonra yapıyorum; on beş sene sonra bir daha gelip müstakbel terakkilerinizi, inkişaflarınızı da görmek isterim. Osmanlılar zamanında da Türkiye’de münevver ve mütefekkir bulunmamış değildir. Fakat eski rejimlerin havası onlara inkişaf ve faaliyet imkânı vermemişti. Ancak Atatürk’ün getirdiği rejimdir ki Türkiye’deki kabiliyetlere açılma ve ilerleme imkânını bağışlamıştır. Bu arada kadınların nail oldukları hürriyet ve inkişaftan bahsetmeden geçemeyeceğim. Bugün, Türkiye’de Türk kadının memleket davalarında Türk erkeği ile yan yana çalıştığını görmek insana sevinç veriyor. Büyük Şef’iniz Atatürk’ün vefatı, matem verici, fakat onun yerine İsmet İnönü’nün gelmesi de mesut bir hâdise olmuştur. Helefle selef uzun yıllar inkılap ve terakki yolunda beraber çalışmışlardı. Atatürk’ün büyük fikirlerini, engin tasavvurlarını tatbikat mevkiine koymakta, buna göre memleketi teşkilatlandırmakta en büyük himmet ve muvaffakiyet gösteren şahsiyet, İsmet İnönü olmuştur. Cenaze töreninin bütün tafsilatını intibalarımı Anadolu Ajansı’nın hazırladığı tertibat sayesinde telefonla kolayca Londra’ya verdim. Başka bir Avrupa merkezinde bu kadar kolay ve çabuk muharebe temin edemezdik. Ajansa ve müdürüne de teşekkürlerimi bildirmek isterim.” [50]

Vali meselesi hala yokken ortalıkta, İngiliz dostluğu açıklaması ise yine Ward Price ile aynı günlerde görüşme yapan Vahdettin ve yeni Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa’nın açıklamalarında da vardır. İstanbul’da Padişah’ın Fahri Yaveri ünvanıyla bulunan Mustafa Kemal’in Şubat ayında İngiliz İstihbaratçılarının hazırladığı bir diğer kara listeye düşmüş olduğu; Nisan ayında ise bu kara listenin iletildiği bilgisini de ele alacak olursak, Mustafa Kemal yalnızca şüphelidir ve tutuklamaları İngilizler yapmaz İstanbul Hükümeti (Osmanlı) yapar. Üstelik Mustafa Kemal, bir yandan birkaç istihbaratçının gözünde tehlikeyken, bir yandan Şişli’deki toplantılarının yanı sıra Vahdettin’le görüşmeler gerçekleştiriyordu. Padişahın isteği üzerine yapılan tutuklamalardan ötürü, 24 Ocak’ta ilgili Amiral Calthorpe, Londra’ya şöyle bir rapor iletir:

“Evvelki gün Sadrazam bana 160 ile 200 kişinin tutuklandığını bildirdi. Bu bir abartmadır sanıyorum. Ama bazı kişilerin tutuklandıkları kesindir.” [51]

Malta sürgünleri faciasından sonra özellikle bu tutuklamaları Osmanlı Devleti’nin üstlendiğini görüyorsunuz. “Neden kara listede olmasına rağmen Mustafa Kemal tutuklanmadı?” ŞEKLİNDE BİR SORUNUN CEVABI DA İŞTE BUDUR. Ayrıca Amiral Calthorpe devamında:

Ermeni kırımından sorumlu olanlara gelince, bu konuda İçişleri Bakanı 60 kişilik bir liste hazırlamıştır. İstanbul’da bulunan bu kimseler bir baskında yakalanacaklardır. Yakalanmaları, Padişah’ın pısırıklığı yüzünden gecikmiştir sanıyorum, ama iş hızla gelişmektedir. Pek yakında suçlulara bir yumruk indirilirse hiç şaşmam. Eyleme geçmemizin tam zamanıdır; zaten çok gecikme oldu. Bu arada, kendiliğinden eyleme geçmesi için İçişleri Bakanına cesaret veriyor, haber toplayarak kendisine yardımcı oluyorum.” [52]

İngiliz istihbaratı dışında “İçişleri Bakanı” dedikleri, İngilizlerin bakanı olacak hali yok ya? Osmanlı İçişleri…

Devamı, Milli Mücadele dönemi anlatımı şeklinde ayrı bölümlerle gelecektir. Araştırmalara katkı sağlayabildiysem ne mutlu.

 

KAYNAKÇA

[1] İlgili yazı, önsöz.

[2] İlgili yazı, önsöz.

[3] İskilipli Atıf hakkında: Ümit DOĞAN, İskilipli Atıf Gerçeği, Kripto Yayınevi.

[4] Tarihçi Ümit Doğan, Cemiyetin kurucusu Sait Molla’nın, Papaz Frew’e gönderdiği mektupta Mustafa Sabri Efendi ile anlaştığını bildirdiğini aktarır.

[5] Liman von SANDERS, Five Years in Turkey “Türkiye’de Beş Yıl”, 1928, s. 352.

[6] Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Ankara 1959, Sayı: 28, Vesika No: 739.

[7] Yusuf Hikmet BAYUR, Atatürk’ün Hayatı ve Eseri, 1963, s. 182.

[8] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara 1991, s. 18-22.

[9] Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Ankara 1959, Sayı: 28, Vesika No: 737.

[10] Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Ankara 1959, Sayı: 28, Vesika No: 735.

[11] Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Ankara 1959, Sayı: 29, Vesika No: 747.

[12] Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Ankara 1959, Sayı: 29, Vesika No: 748.

[13] Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Ankara 1959, Sayı: 29, Vesika No: 751.

[14] Turgu GÜRER, Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer, “Cepheden Meclise Büyük Önder İle 24 Yıl”, İstanbul 2006, s. 96-97.

[15] Yusuf Hikmet BAYUR, Atatürk’ün Hayatı ve Eseri, 1963, s. 182.

[16] Ali Fuat CEBESOY, Milli Mücadele Hatıraları, 1953, s. 28-29.

[17] Yusuf Hikmet BAYUR, Atatürk’ün Hayatı ve Eseri, 1963, s. 187.

[18] Yusuf Hikmet BAYUR, Atatürk’ün Hayatı ve Eseri, 1963, s. 188.

[19] Sinan MEYDAN, Cumhuriyet Tarihi Yalanları, s. 52.

[20] Bilal Niyazi Şimşir, Malta Sürgünleri, 2. Basım, Ankara 1985, s. 205, 206, 218, 222, 223.

[21] Sinan Meydan, Cumhuriyet Tarihi Yalanları, s. 54.

[22] Bilal Niyazi Şimşir, Malta Sürgünleri, 2. Basım, Ankara 1985, s. 27.

[23] Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Ankara 1959, Sayı: 29, Vesika No: 760.

[24] Gotthard JAESCHKE, Tük Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, 1989, Cilt: 1, s. 3.

[25] The Daily Mail, 11.11.1918.

[26] Gotthard JAESCHKE, Cilt: 1, s. 3.

[27] Mütareke Dönemi ve İstanbul’dan Samsun’a Uzanan Yolda Mustafa Kemal, T.C. Genelkurmay Başkanlığı ATASE Yayınları, Ankara 2011, s. 3.

[28] Turgut GÜRER, Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer, Gürer Yayınları, İstanbul 2007, s. 97.

[29] Sadi BORAK, Atatürk, İstanbul 1973, Başak Kitabevi, s. 179-180.

[30] Niyazi BERKES, Atatürk ve Devrimler, (Rahip Frew Kimdi), Adam Yayıncılık, 1982, s. 189.

[31] Prof. Dr. Utkan KOCATÜRK, Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2023, 4. Basım, s. 143.

[32] Charles King, Pera Palas’ta Bir Gece Yarısı: Modern İstanbul’un Doğuşu, s. 61.

[33] Rafael de Nogales Méndez, “How Kemal Pasha Shattered England’s Rosy Dream of Empire in Near East”, The Washington Times-Herald, March of Events, 4 Mart (March) 1923.

[34] Feridun KANDEMİR, Hatıraları ve Söyleyemedikleri ile Rauf Orbay, İstanbul 1965, s. 31.

[35] Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, Cilt: 2, s. 290-291.

[36] Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, Cilt: 2, s. 291.

[37] Standford Shaw, From Empire to Republic, The Turkish War of National Liberation, cild 1, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2000, s. 358-359.

[38] Gotthard JAESCHKE, Kurtuluş Savaşı ile İlgili Belgeler, s. 4.

[39] Gotthard JAESCHKE, Kurtuluş Savaşı ile İlgili Belgeler, s. 3.

[40] The Daily Mail, 06.12.1918.

[41] Gotthard JAESCHKE, Kurtuluş Savaşı ile İlgili Belgeler, s. 4.

[42] Bilal Niyazi Şimşir, Malta Sürgünleri, 2. Basım, Ankara 1985, s. 34.

[43] Hâkimiyeti Milliye, 21.03.1923.

[44] Nutuk, Cilt: 1, s. 508-510.

[45] Gotthard JAESCHKE, Kurtuluş Savaşı ile İlgili Belgeler, s. 8-9.

[46] Gotthard JAESCHKE, Kurtuluş Savaşı ile İlgili Belgeler, s. 9.

[47] Further Correspondence 1919, No: 61.

[48] Gotthard JAESCHKE, Kurtuluş Savaşı ile İlgili Belgeler, s. 9.

[49] Gotthard JAESCHKE, Kurtuluş Savaşı ile İlgili Belgeler, s. 9.

[50] Ulus, 23.11.1938, “Meşhur İngiliz gazetecisi Ward Price’le mülakat”, s. 7.

[51] Bilal Niyazi Şimşir, Malta Sürgünleri, s. 35.

[52] Bilal Niyazi Şimşir, Malta Sürgünleri, s. 35.

[53] Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, Cilt: 11, s. 61-62.

[54] Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, Cilt: 15, s. 203..

Berke TÜRK

Atatürk'ün Hayatı, İlke ve İnkılapları üzerine araştırmalar yapmaktayım. "Türk genci devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir" - Atatürk

Aramıza katıl ve
çalışmalarını paylaş!

Okunmasını istediğin bir makalen, yardıma ihtiyacın
olduğu veya merak ettiğin bir konu mu var?

Şimdi Katıl! Atatürk